2 Aralık 2011 Cuma

Hayaller ve Sezgiler

Hayaller ve Sezgiler

Kendi kendimize bizi biz yapan unsurların ne olduğunu sorduğumuzda acaba hangi cevabı verirdik. Ben buna hayallerimiz diyorum. İş yönetiminde en önem verilen unsur hedeflerimiz olarak görünür. Kişisel yaşamda ister hedefler kavramını, ister hayallermizi kavramını kullanın, bize mutluluk veren şeyler hep onlarla ilişkili olmuştur. Peki hayallerimize ulaşmamızı sağlayan şey ne olmuştur. Ya da size hayatınızda kendinizi en mutlu ve başarılı hissetiğiniz zamanı sorsam ne diye cevap verirdiniz.  Hayallerimizi gerçekleştirdiğimiz zaman yeni hayallerin oluşacağı açıktır, ancak hayallerinize doğru gittiğiniz sürece yaşamdan aldığınız tatmin paha biçilmezdir. Bu her an mutlu olacağınız anlamına gelmese bile, bu yolda atacağınız ve çözdüğünüz her problem sizi canlı tutacak ve yolunuzda dosdoğru kalmanızı sağlayacaktır. Hayallerinize ulaşmanız için gereken niteliklerin hangilerine sahip olduğunuz ve sizin hangilerini kullandığınız ise hayallerinize hangi çabuklukta ulaşacağınızı gösterir. Peki hangi özellikleriniz diğerlerinden daha güçlü...
Hayallerimiz ile mantığımız arasında çok yakın bir ilişki vardır. İnsanın her saniye çeşitli alıcılarıyla (beş duyu) milyonlarca veriyi işlediği ve değerlendirdiği söylenir. Biz bu verileri doğumumuzdan beri - belki daha da önce - işlemeye devam ediyoruz. Ancak işlediğimiz verilerin hangi kısmının farkındayız. Ben çok küçük bir kısmının farkında olduğumuza eminim. Peki bu kadar veri sizce aklımızı ne kadar meşgul ediyor ve hangi kısmını bize yön vermesi için kullanıyoruz. Bence tamamını kullanıyoruz. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabilirim. Bilirsiniz ilk araba kullanmaya başladığımızda en küçük hareketlerimizi bile düşünerek uygularız. Önce arabayı çalıştırırız, debriyaja basar ve vitesi 1. vitese getiririz. Sonra yavaşca ayağımızı debriyajdan çekeriz ve aynı anda da yavşça gaza basıyor oluruz. Direksiyonu çevirirken her tür hareketimizi kontrol eder ve aracı kullanmaya başlarız. Tüm bu hareketler oldukça ağır ve düşünülerek yapılmaktadır. Üstelik etrafımıza ve oluşabilecek tehlikelere o kadar dikkatli bakarız ki, böyle bir sürüş sonrasında kendimizi oldukça yorgun hissederiz. Çünkü beynimizde o güne kadar hiç çalışmamış olan nöronları kullanırız ve bu kullanım sanki hiç kullanmadığımız kasların kullanımı gibidir. Ancak bir süre sonra acemilikten bilinçli ustalık seviyesine çıkarız ki, artık çok daha az dikkat etmemiz gerekmektedir. Bu aşamaya bilinçli ustalık adı verilir. Bir kaç yıl sonra -veya daha kısa- artık arabamızı hiç dikkat etmeden kullanmaya başlama ustalığına kavuşuruz ve bazen eve döndüğümüzde neleri görmüş olduğumuzu bile farketmeyiz. Bu en son seviye bilinçsiz ustalık dediğimiz andır. Artık öğrenme beyni (pre-frontal korteks) çalışmamakta, mekanik beynimiz düşünmeden kaslarımıza talimat göndermektedir. İşte bahsettiğim beynimiz tarafından alınan milyonlarca veri bilinçsiz bir şekilde toplandıktan sonra bizim farkında bile olmadığımız şekilde depolanır ve ihtiyaç duyduğumuz anda bize bir mantık analizi yaptıktan sonra bir fikir söyler. Örneğin bazen bir adres ararken sezgilerinizin size sağa ya da sola dönmeniz gerektiğini söyledi mi hiç... Umarım sadece bana olmuyordur.
Ben sezgimizi -bazıları kalpten ya da miğdeden konuşmak olarak adlandırsada- aslında işlenmiş tüm verilerin bizim haberimizin olmadığı bir süreçte analiz edilip bize bir sonuç olarak verildiği bir sistem olarak görüyorum. Hepiniz belki de sınavlara girdiğiniz zaman, ilk düşündüğün cevap doğrudur sözünü eminim hatırlıyoruzdur. İşte bu yüzden ben sezgimizi, bilinçsiz mantık olarak tanımlıyorum. Bu arada bu kadar verinin analiz edilmesine rağmen, sezgilerimizin yanılabileceğini de hepimiz biliriz. Bu nokta da asıl unsur, sezgilerimizin de hayatmız boyunca sadece gördüğü şeylerden etkilendiği ve bu verilerin bir fikir oluşturduğunu anlamaktır. Örneğin, on yıl önce kaçımız Amerika başkanının bir zenci olabileceğini ve/veya Bursaspor'un Türkiye Ligi Şampiyonu olabileceğini sezebilirdik. Sanırım bu verileri bu sonuçları verecek şekilde işlemek sezgilerimize bile ağır gelirdi.
Bu kabuller yani bizim yaşadıklarımızın öğretilerimizi oluşturduğu çok açık. Düşünüyorum, çocuklarımıza büyüyene kadar aslanım, kaplanım ya da şahinim gibi pozitif ve güçlü hayvanların adlarını kullanarak sevdiğimiz olmuştur ve kimseye aslan dediğiniz de üzüldüğünü ya da kızdığını gördünüz mü? Üstelik bu saydıklarımın hepsi hayvan türleridir. Peki hiç kimseye öküz dediniz mi? Eminin önemli bir tepki alırdınız. Ya bize çocukluğumuzdan beri öküz kadar güçlü veya öküz kadar sevimli denmiş olsaydı, bugün ne hissediyor olurduk.
Şimdi tekrar hayallerimize dönersek ilk sormamız gereken soru biz hayallerimizi nasıl oluşturduk olmalı. Hayallerimiz kimin hayalleri, bize neler öğretildi. Neden insanların farklı hayalleri var. Neyi amaçlıyoruz. Doktor olduk, mühendis olduk, veya astronot olduk ama bunlar kimin hayalleriydi. Örneğin etrafı temizlemeyi çok seven biri neden çöpçü olmadı veya gerçekten insanları tedavi etmeyi en fazla sevenler ve en iyi yapanlar mı doktor oldular. Aslında bunu anlamak çok da zor değil. Kendi sevdiği, hayal ettiği ve güçlü olduğu işi yapan herkes zaten çok başarılı olmaktadır. Yakın zamanda köpekleri çok sevdiğim için bir hayvan barınağına gitme şansım oldu ve belirtilen hayvan barınağında hem gönüllülerin hem de belediye çalışanlarının bulunduğu bir bölümde çalışmaları gözlemleme şansım oldu. Belediye çalışanlarının hayvanlarla ilgili görevlerinde ücret alıyor olmalarına rağmen, hayvanlara pek de nazik davranmadıklarına şahit olurken, gönüllülerin hiç bir ücret almamalarına rağmen tüm kibarlıklarıyla hayvanlarla ilgilendiklerini ve köpeklerin onlarla zaman geçirirken oldukça mutlu olduklarını gördüm. Bunun sebebi neydi. Neden gönüllüler köpekleri severken, belediye işçilerinin bazıları bu sevgiyi gösteremiyorlardı?
Ne dersiniz?
http://www.solaunitas.com/
http://www.e-koc.org
koçluk eğitimleri


Koçluk Eğitimi

Bir çok şeyi hayal ettim aslında

Bir çok şeyi hayal ettim aslında, (20.01.2011)
Bir çok şeyi hayal ettim aslında, çok küçükken başladı hayal etme alışkanlığı. Küçükken hep yaşadığım sıkıntılarda, bu sıkıntıları büyüyünce çözüeceğimi düşünürdüm. Mahalledeki büyük çocuklardan büyüyünce korkmayacaktım ve onları artık dövebilecekim. Büyüdüm ama... değişmedi.
Hala beni korkutan büyük çocuklar vardı, dövemeyeceğim. Tek değişen şey, onlardan korkmanın yanında acıma duygusunun da gelişmesi oldu.  Büyümek istedim hep, kariyerimin büyümesini, vücudumun büyümesini, mal varlığımın büyümesini... Şanslıydım hep büyüdüler, büyüdükçe de hep mutlu olduğumu sandığım bir kısr döngü içerisine girdim. Çözdüğüm her küçüklük düğümü, yeni büyükleri görmemi sağladı. Ve yeni hırslar edinmemi.
Aslında sonu yoktu büyükleri görmenin. Ya da beni küçültenin büyükler olduğunu düşünmenin...
Çok geçmedi çevremi değil, fiziksel özelliklerimi değil gerçekte içimi, düşündüklerimi, öğretilerimi değiştirmem gerektiğini anlamam.
Yaşadığım her gün biraz daha bana öğretilenlerin yanlış olduğunu ve aslında büyümemin gerekmediğini anlamama yardımcı oldu.
Şimdi önemsediğim şeyler hep gerçekten istediğim şeyler, çünkü kendimi daha fazla tanıyorum ve bu tanıma yolculuğu hiç bitmeyecek. Başkaları için değil kendim için yaşıyorum.
Bizim kendi içimizden olan gurumuz Yunus Emre'nin mısralarını şimdi daha iyi anlıyorum. Yıllarca okuduğumu zannetmişim.

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir
Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere gelmektir
Dört kitabın mânâsı
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır
Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Mânâsı ne demektir
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
http://www.solaunitas.com/

Yaşamak

Neden yaşarız  ya da dünyaya geliş amacımız nedir. Para kazanmak, rekabet etmek ve/veya evimizin giderlerini karşılamaya çalışmak için mi dünyaya gönderildik. Ben yaşam amacımızın bunun çok ötesinde olduğunu düşünüyorum ve yolculuğuma önce kendimi tanıyarak başlamak amacıyla çıktığım bu süreçte benim yaşadığım tecrübelerimden sizinde belki bir nebze olsun faydalanabileceğinize ve belki de iç huzuna ulaşmanızda bir parça da olsa vesile olabileceğime inanıyorum.
İnsanlar ne zaman iç huzuruna kavuşurlar sorusunun herkes için standart bir cevabı malesef yoktur. Hepimiz farklı koşullarda yetiştirildik ve farklı çevrelerde, farklı insanlarla iletişim içerisinde olduk. Farklı kaygılarımız, mutluluklarımız, endişelerimiz ve korkularımız oldu. Ancak bugün hissettiklerimizin tamamı geçmiş öğretilerden kaynaklanıyor. Beynimizde kurduğumuz tüm bağlantılar, tüm işlemler bizim ve çevremizin oluşturmuş olduğu işletim sisteminin ürünleridir.
Güzellik anlayışlarımız bile öğretilmiştir. Bilirsiniz 1970'lerin Türkiyesinde kadın ya da erkekteki güzellik anlayışları farklıdır. Ya da bazı toplumlarda güzellik beden olarak zayıf olmayı gerektirirken Güney Afrika'da Zulu kabilesinde evlenmeden önce güzelleşmek için kadınlar kilo alabilmektedirler. Bu ve benzeri örnekler bize doğadan geldiğini düşündüğümüz tercih ve isteklerimizin bile öğretildiğini göstermektedir. Bundan çok değil 50 yıl önce, televizyonun hayatımızda olmadığı ve iletişim kanallarının zayıf olduğu dönemlerde bu yüzden toplumsal farklılıklar bugüne göre çok daha fazlaydı. Bu dönemlerde en önemli iletişim unsurlarından biri dünyada yer alan dinlerimizdi. Aynı dinlere mensup insanlar yaşam kurallarına da sonuna kadar müdahele etmeyi ve müdahale edilmesini tercih ettiklerinden yaşamlar hep tek düze ve aynı nokta etrafında kalıverdi. Yaratıcılık ya da dünyanın birden yuvarlak olduğunu ifade edilmesi hep öğretilmişliğin değiştirilmesinin çoğu zaman zor ve hatta bazen imkansız olmasından kaynaklandı. Eğer Galileo dünyanın yuvarlak olduğunu inkar etmeseydi acaba başına neler gelebilirdi.
Değerlendirme itibariyle 21.Yüzyıl'da dünyanın yuvarlak değil düz olduğu da iddia edildi Thomas Friedman tarafından. Onun tabiki fiziksel değildi kasttetiği ve sadece bir yaşamsal dönüşümü ifade ediyordu. hepimiz Coca Cola'yı, Burger King'i, Prada'yı, DKNY'i, Conan O'Brien'ı ve hatta Oprah Winfrey'i sever olduk. Aramızdaki farklar sadece lokal kültürlerden kalan bir kaç parça oluverdi. Sizce de 40'lı yaşların üstündeki bir çok türk Neşet Ertaş'ı tanır ve severken 20'lerindeki insanların Justin Timberlake ya da Britney Spears'ı daha fazla tanıması garip değilmi. Halbuki Justin ve Britney sadece 4-4'lük batı müziği yaparken, bizim müziğimiz de ki zenginliğin 6/8, 9/8 gibi çok daha komplike ve zor olduğunu acaba kaçımız biliyoruz ve takdir ediyoruz. Tek yaptığımız dünyanın da beğeni akımlarının arkasına takılmak ve kendi beğeni ve tercihlerimizi onlara aynı düzleme getirmek.
Tüm değerlendirmeler aslında bizim çok akıllı bir bilgisayar olduğumuzu ve kendimizi zamanla programladığımızı gösteriyor. Düşünün neden parayı severiz. Sanırsam rahat yaşamak için. Peki sizce oldukça zengin olan, hatta dünya da en zenginler listesinde yer alacak derece de zenginsek sizce daha fazla zengin olmak ve daha fazla paraya ulaşmak istermiyiz. Örneklerine bakarsak herhalde isterdik diye düşünmek lazım. Tüm çabalarımız ve uğraşlarımız hep biraz daha yükselelim ve daha faza para kazanalım diye değil mi?
Çok yakın zamanda Milliyet Gazetesi yazarı Metin Munir'in kendi içerisinde anlamlı ama katılmadığım bir yazısını okudum. Yazı tabiki de eğitilmemiş ve aydınlanmamış ruhlarımızdan bahsediyordu.
"İstisnalar dışında, mesai sevdiğiniz şeyleri finanse edebilmek için sevmediğiniz şeyleri yapmaktır. On altı saat özgür olabilmek için sekiz saat zindanda yatmaktır.
Sadece sevilerek yapılan iş mesai değildir. Sevilerek yapılan iş eğlencedir, oyundur. Vermek değil almaktır. Mahkûmiyet değil özgürlüktür. Daraltmaz, genişletir. Kapatmaz, açar.
Ama işini seven, işsiz bir hayat düşünmeyen kaç kişi var?
Araştırmalar mutluluğun mesai dışı bir olgu olduğunu gösterdiğine göre, herhalde çok az kişi.
"İnsanlar çalışmak zorunda oldukları için mutsuzdurlar" demek istiyor da diyemiyor mu araştırmalar?
İşsiz hayatın düşünülemeyeceği bir çağda yaşıyoruz. Ama bu, iş denilen şeyin insanların yanlış yolda olduğunun en büyük kanıtlarından biri olduğu gerçeğini değiştirmez.
İnsandan başka hiçbir yaratık çalışmıyor. Onun için bütün hayvanlar insanlardan mutludur veya insanlar bıraksa, olacaklar. Ama gene de bizden mutludurlar. İnanmazsanız serçeleri, sığırcıkları, kargaları, kırlangıçları izleyin.
İnsan "Ben bütün yaratıklardan akıllıyım" diyor. Acaba doğru mu?"
Metin Münir'in ifadeleri insanın yüzünün gülümsemesini sağlasa da, iki yanlış teori üzerine kurulmuştur. Bunlardan birincisi; hayvanların yiyecek bulmak için çalışmalarının gerekmediği, diğeri ise çalıştığımı,z yaptığımız işleri sevmediğimiz. Günümüz dünyası ikincisini doğrulamak için tabiki herşeyi önümüze sunmaktadır.
Futbolu çok seven birinin, acaba kendi futbol antremanlarında nasıl hissettiğini düşünürsünüz, çok keyif aldığını mı, yoksa istemeyerek egsersiz yaptığını mı?
Tabiki işin içerisine insan faktörü girdiğinde sonuçlar birbirinden çok farklı olabiliyor.  Bence temel nedenlerden birisi bize işimizi sevmememiz gerektiğinin söylenmiş olması, ne de olsa sevecek olsak bize para ödemezlerdi değilmi?
İşte bence bunların hepsi kurtulmamız gereken öğretiler. Mutlu olmak için kurulmuş bu bağlantıları kırmamız gerekiyor ve bunun için de kendimizi tanımamız ilk yapmamız gereken şey;
Sormamız gereken bazı soruları sizlere veriyorum, cevaplarını analiz etmeniz bence önemli yol katetmenizi sağlayacaktır. Sizden istediğim başkalarının öğretilerinden kurtulmanız ve gerçekten ne istediğinizi farketmeniz. İşte size bir örnek;
-    Sınıfta en başarılı öğrenci ben olmak istiyorum.
-    Peki neden?
-    Çünkü başarırsam herkes beni alkışlayacak ve takdir edecek.
-    Peki diğerlerinin takdiri sana ne kazandıracak?
-    Kendimi iyi hissedeceğim,
-    Kendini kötü mü hissediyorsun?
-    Hayır ama daha iyi hissedebilirim.
-    Sence insanların seni sevmesinin yolu takdir edilmekten ve başarılı olmaktan mı geçiyor.
-    Sanırım evet
-    Başka örnekler gördün mü?
-    Tabiki, annem ve babamdan başlayarak, insanlar beni her başarılı olduğumda tebriklerimi iletmişlerdir. Başarısızlıklarımda ise üzülmüş ve geçmiş olsun demişlerdir.
Yukarıdaki örneğe çok değişik konuşmalar da eklenebilir. Ancak yaşadığımız olaylara ait değerlendirmelerin çoğu çocukluğumuza ait ve bukünkü yaşamımızı da sonuna kadar etkiliyor. Artık nelerin bizim tercihlerimiz, nelerin anne ve babalarımızın tercihleri olduğunu anlamamız o kadar zor ki. Lütfen kendinizi tanımak için analiz edin. Aşağıdaki sorular işe yarayacaktır.
1.    Hayatımda neleri istiyorum?
2.    İstediğim şeyleri gerçekten istiyormuyum?
3.    Hayatımda neleri istemiyorum?
4.    İstemediğimi düşündüğüm şeyler gerçekten istemediğim şeyler mi?
5.    Hayatımı düzeltebilmek için gereken cesarete sahipmiyim?
http://www.solaunitas.com/