13 Aralık 2015 Pazar

ACIYAN YERİNİ BUL

Her birimiz doğduğumuz günden başlayarak bazı aşamalardan geçeriz. Bazen öyle anlar olur ki, bizi değiştirip dönüştürür, bambaşka biri haline gelmemizi sağlar. Sadece olaylar değil bazen de elimizden geçen kitaplar bize yeni yaşamlar verir. Karakterlerle tanışır, onlarla arkadaş olur, beraberce ağlarız. Öyle bir dokunurlar ki acıyan yerlerimize, önce ellerimizden kayıp giden hayatı fark eder, bu farkındalığın acısını çeker,  sonra geri dönülemez bir şekilde kendimizi iyileştirmeye çalışırız.
Acıyan Yerini Bul bana ilk geldiğinde, okuyucusunu bir anda içine alan, kalbin merkezine dokunan ve çözümün etkileyici bir dille sunulduğu bir hikâye olduğunu hemen anlamıştım. Kitabı elimden bırakamamış, karakterlere bağlanmış, saygı duymuş, zaman zaman da öfkelenmiştim.
En dikkat çekici kısmı ise kendi mutsuzluğuna sürüklendiğini fark ettiğinde dahi, insanın gözlerinin önünden akıp giden süreci kolayca durduramamasıydı.
Kendimizi cezalandırarak ne yapmaya çalışıyorduk? Ya da neden istemediklerimize koşup, istediklerimizden anlamsızca kaçıyorduk.
Kılıç Arslantürk, ilk romanı Acıyan Yerini Bul ile hem bana hem de iş yaşamında ahlâklı ve mutlu bir şekilde ayakta kalmaya çalışan herkese bence çok önemli bir mesaj veriyor.
Bu kitap, sürdürülebilir şekilde nasıl mutlu olacağımıza, aşkın gerçekte kalplerde nasıl atması gerektiğine ve bir insanın kurban olmak yerine nasıl bir kahramana dönüşebileceğine dair sırlar içeriyor.
Bu kitabı okuduktan sonra, yaşamda bir eliniz hep kalbinizde kalacak. En sonunda belki de kendi hayatınızla ilgili bir karar vereceksiniz; Kendinize siyah ya da gri bir hayat mı biçeceksiniz, yoksa anlamını tüm hücrelerinizde hissedeceğiniz beyaz bir hayatı mı seçeceksiniz?
Unilever, Levi's, Starbucks, Harvey Nichols, Costa Coffee ve Komşufırın gibi lider şirketlerin üst düzey pozisyonlarında uzun yıllar çalışan Kılıç Arslantürk, yaşanmış deneyimlerden izler taşıyan Acıyan Yerini Bul ile iş dünyasını gittikçe daha fazla içine alan karanlığın yalnızca kazanmayı ve kazananları yücelten yerleşik değerler silsilesine kafa tutuyor, her kanaldan pompalanan güç ve para merkezli başarı değerlendirmelerini cesaretle sorguluyor, İnsan ruhunu yok eden 
bu kısır döngüden bir çıkış yolu arıyor. 

Siz de bir yerlerde maaş alarak çalışıyorsanız, bu kitapta kendi dününüzden ve yarınınızdan parçalar bulacaksınız. 

Ve belki de bunlar hiç hoşunuza gitmeyecek.

Sola Yayınları'ndan çıkan bu kitabı mutlaka almanızı ve okumanızı tavsiye ederim. 

10 Eylül 2013 Salı

Kendi işinizi kurmak mı istiyorsunuz?

             

Eğer mesleğiniz benim gibi koçluksa amacınız insanların hayatlarında fark yaratmak, hedeflerini gerçekleştirebilmelerini sağlamak ya da acil ve önemli problemlerine müdahale edebilmeleri için onlara destek olmaktır. Sevdiğimiz işi yaparken elbette gelirimizi artırmak ve aynı zamanda istediğimiz hayata sahip olmak için bunun düzenli ve sürdürülebilir şekilde olmasını isteriz. Tabii ki bu durum sadece koç olmak isteyenler için değil, tüm hizmet sektörü için geçerlidir.
Kendinizi danışan ya da müşteri bulamaz ve bu mesleği yapamaz durumda bulmaktan korkuyorsanız ya da daha kötüsü bu durumun tam da içerisindeyseniz, sizin için bazı önerilerimiz olabilir. Ancak önce aşağıdaki cümleyi kabul etmeniz gerekiyor.
“Benden başka hiç kimse gelirimin düzenli ve yeterli olmasını kontrol edemez. Bunu sadece ben başarabilirim.”
Elbette ki düşünmeniz gereken bazı hususlar var. Bunlardan birincisi, bu iş için biçilmiş kaftan olup olmadığınız. Bundan emin olmak pek kolay olmasa da, karar verebilmek için önce en etkin yöntemleri denediğinizden emin olmanız gerekiyor.
Sektörünüzde başarılı olmanın en etkili yolu niş (niche) alanı oluşturmaktır. Niş sözlük anlamıyla, duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre anlamına gelmektedir. Pazarlama anlamında ise, piyasa da büyük rakiplerin rekabet stratejilerine hedef olmadan kendi piyasanızın baskın üyesi olmanız anlamına geliyor. Son 10 yılda mor inek stratejisi, mavi okyanus (blue ocean) stratejisi gibi isimlerle anılan niş strateji aslında literatüre pek de yeni girmiş değil.
Örneğin koçluk alanında rekabet etmenin zor olduğunu düşünüyorsanız, (ki gerçekten böyledir) daha rekabetçi olabileceğiniz öğrenci koçluğu, yönetici koçluğu, takım koçluğu ya da henüz gelişmemiş olan ilişki koçluğu alanlarında çok daha başarılı olabilirsiniz. Bu durum maliyetler açısından da böyledir. Örneğin reklam vermek istiyorsunuz, eğer hedef kitleniz herkes ise; ulusal gazetelerde veya her yerde reklam vermeniz gerekirken, sadece öğrenci koçluğu ile ilgileniyorsanız öğrenci koçluğu ile ilgili siteler de ya da dergilerde reklam vermeniz yeterli olacaktır.
Önemli olan konulardan bir tanesi de kendi niş alanınızı nasıl belirleyeceğinizdir. İlk düşünmeniz gereken hangi değeri kimler için üretmekle ilgileniyor olduğunuzdur. Kimlerle çalışmaktan gerçekten zevk alıyorsunuz? İstediğiniz ve yetenekli olduğunuz alanlarda başarılı olma şansınız daha fazla olduğuna göre bu sorular üzerinde biraz çalışmak faydalı olacaktır.
Meşhur pazarlamacı Porter’a göre iki temel strateji uygulamak anlamlıdır. Bunlardan birincisi maliyet stratejisidir. En düşük satış fiyatı politikası halk tabiriyle sürümden kazanma planınız olabilir. Ancak bugünün verileri ve algılama nedeniyle bu satış şekli koçluk için çok da başarılı bir strateji olmayabilir. Genellikle geri dönülemez bir şekilde maliyet eşittir kalite gibi bir itibar yaratabilir. Ayrıca koçluk sektöründe ölçek ekonomisi imkanları sınırlı olduğundan makul bir gelir kazanamayabilirsiniz. Gerçekte kaliteniz çok üst düzeyde olsa bile müşteriler daha düşük fiyat uygulamanızı kalitenizin bir göstergesi olarak algılayabilir.
Porter’ın önerdiği diğer strateji ise farklılaştırma stratejisidir. Bizim de temel amacımız sizi diğerlerinden olabildiğince farklılaştırabilmek.
Düşünsenize; bir yönetici her işi yapan bir koçla mı yoksa yönetici ve kurumsal koçlukta uzmanlaşan bir koçla mı çalışmayı tercih edecektir. Hatta sadece üst düzey yönetici koçluğu yapmak pazarlama stratejinizi kolayca bu gruba göre yapmanızı sağlayabilir. Kendinizi öyle bir farklılaştırmanız gerekiyor ki, rakiplerin sizin alanınıza girmesi bile oldukça zor olmalı. Hem yetenekleriniz hem de eğitimleriniz açısından.
Piyasanızın lideri olmak mümkün mü?
Elbette mümkün!
Kendi piyasanızı oluşturmaya dahi başlamadan önce piyasanın bir numarası olmak hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Eğer piyasanızı kendiniz oluşturur ve niş alan içerisinde kalırsanız bu tahmin ettiğinizden çok daha kolay olabilir.
Şimdi size kendi niş piyasanızı oluşturmakla birlikte nasıl “1” numara olabileceğinize ilişkin bir liste sunacağım. Sadece uygulayın, sonuçları için teşekkür edeceğinize eminim.
1. Kendi alanınız da kaç kişinin rekabet ettiğini ve hedef müşterileri nasıl belirleyeceğinizi planlamadan yola çıkmayın. Unutmayın piyasanızı büyüttükçe onlara ulaşmanız da daha zor olacaktır. Piyasanızı mümkün olduğunca küçük tutun, özellikle başlangıçta.
2. Piyasanızda ki müşterilerinizi belirledikten sonra onlara nasıl ulaşacağınıza ilişkin ayrıntılı bir pazarlama planı yapın. Unutmayın plan ve bilgi sizi güçlü kılacak unsurlardır.
3. Müşteri kitlenizi hedef seçtikten sonra en üstte yer alan % 10 ilk hedefiniz olmalıdır.
4. Kendi piyasanızda diğerlerini peşinden sürükleyecek A tipi müşterilere ulaşmayı hedeflerseniz en iyilerin seçimi haline geleceksiniz. A tipi müşteriler listesini oldukça kısa tuttuktan sonra, tüm odağınız başlangıçta bu müşteriler olmalı. Ne de olsa diğerlerini sürükleyecek olan onlardır.
5. Bu grupla öyle çalışmalar yapın ki, her pazarlama çalışması her seferinde sizi yeniden sıfırdan başlatmamalı ve bir öncekinin geri bildirimleri, broşürleri ve diğer tüm unsurlar sonraki işler için de kullanılabilmeli.
6. Veri tabanınızı ve yaptığınız eylemleri iyi saklayın, başarılı olduğunuzda yeni fırsatlar için bu bilgilere ihtiyacınız olacaktır.
7. Zamanınızı en değerli, sizi eğlendiren ve en fazla gelir getiren aktivitelere ayırın.
8. Yardım alabileceğiniz herkesle ve potansiyel müşterilerinizle telefon konuşmalarına ve bire bir görüşmelere mutlaka zaman ayırın ve onlarla vakit geçirin.
9. Karşılaştığınız herkese ben bir koçum demek yerine, ben öğrencilerin başarılı olmalarına yardım eden biriyim, ya da ben yöneticilerin terfi etmesini sağlayan kişiyim gibi gerçekte karşı taraf için katma değer yaratan ve asıl amacınız olan ifadeler kullanın. Bunun için de kendinize bir amaç ifadesi yaratmanız faydalı olacaktır. Henüz Türkiye’de koçluk piyasası oldukça prematüredir. Ancak Amerika’da karşılaştığım bir koçun ifadesi bana garip gelse de Amerika piyasasının ruhunu yansıtıyor. Michael Port adında oldukça meşhur bir müteşebbis koçu kendisini “Ben insanların küçük düşünmekten sıkıldıklarında aranacak adamım” diye tanımlıyor. Sizin de söylemeseniz bile kendinize ilişkin mutlaka bir amaç tanımınız olmalı. Önceden anlaşılmasa da sizin üzerinizdeki etkisi çok yüksek olacaktır. Amazon.com'un amaç ifadesine baktığımda yaptıklarını ve bana bunun faydasını görebiliyorum. "İnsanların on-line olarak aradıklarını bulabilecekleri, yeni şeyler keşfedebilecekleri ve istediklerini bulabilecekleri alan.

10. Kendi konunuzla ilgili eğitimler almaya devam edin, unutmayın dünyadaki geri dönüşü en yüksek yatırım eğitimdir. Kendinizi geliştirmeniz güveninizin artmasını ve geride kalmamanızı sağlayacaktır. Piyasalar çok hızlı hareket ediyorlar, kendinizi çok kısa süre içerisinde geride bulmanız mümkün. Unutmayın piyasayı oluşturan birçok firma bugün hayatta bile değiller. Size verebileceğim bazı örnekleri hatırlayabilirsiniz. “İnternet Explorer’ın rakibi olan Netscape Navigator” ya da IRC, ICQ gibi portalları 80’lerin çocukları iyi hatırlayacaklardır.
Ben bu adımları uygularsanız başarının garanti olduğunu biliyorum. Eminim sizin de içinizde ki bir şeyler bunu biliyor. Sadece başarısızlıktan korkuyor ve daha hiç denemeden ne yapmanız gerektiğini bilmiyor bir haldeyseniz ve bu liste sizin yapabilecekleriniz ile ilgili hiçbir fikir vermiyor ise, belki de sektörü bırakmanız ya da hiç başlamamanız boşuna enerji harcamanızı engelleyecektir. Ya da kendi masanızda yaptığınız huzursuz işi yapmaya devam etmelisiniz.

Ne dersiniz?

Ama denemeden bilemezsiniz değil mi? İşte size harita, sadece takip edin…
Bir sorunun çözümünü bulmaya çalıştığınızda, muhtemelen ilk çözüm yolu çok uzun ve karmaşık olacaktır. Eğer siz yola devam eder ve çözümün üzerine yoğunlaşırsanız daha basit ve şık çözümlere ulaşabilirsiniz.- Steve Jobs
Executive Coaching

Umut Kısa

2 Aralık 2011 Cuma

Hayaller ve Sezgiler

Hayaller ve Sezgiler

Kendi kendimize bizi biz yapan unsurların ne olduğunu sorduğumuzda acaba hangi cevabı verirdik. Ben buna hayallerimiz diyorum. İş yönetiminde en önem verilen unsur hedeflerimiz olarak görünür. Kişisel yaşamda ister hedefler kavramını, ister hayallermizi kavramını kullanın, bize mutluluk veren şeyler hep onlarla ilişkili olmuştur. Peki hayallerimize ulaşmamızı sağlayan şey ne olmuştur. Ya da size hayatınızda kendinizi en mutlu ve başarılı hissetiğiniz zamanı sorsam ne diye cevap verirdiniz.  Hayallerimizi gerçekleştirdiğimiz zaman yeni hayallerin oluşacağı açıktır, ancak hayallerinize doğru gittiğiniz sürece yaşamdan aldığınız tatmin paha biçilmezdir. Bu her an mutlu olacağınız anlamına gelmese bile, bu yolda atacağınız ve çözdüğünüz her problem sizi canlı tutacak ve yolunuzda dosdoğru kalmanızı sağlayacaktır. Hayallerinize ulaşmanız için gereken niteliklerin hangilerine sahip olduğunuz ve sizin hangilerini kullandığınız ise hayallerinize hangi çabuklukta ulaşacağınızı gösterir. Peki hangi özellikleriniz diğerlerinden daha güçlü...
Hayallerimiz ile mantığımız arasında çok yakın bir ilişki vardır. İnsanın her saniye çeşitli alıcılarıyla (beş duyu) milyonlarca veriyi işlediği ve değerlendirdiği söylenir. Biz bu verileri doğumumuzdan beri - belki daha da önce - işlemeye devam ediyoruz. Ancak işlediğimiz verilerin hangi kısmının farkındayız. Ben çok küçük bir kısmının farkında olduğumuza eminim. Peki bu kadar veri sizce aklımızı ne kadar meşgul ediyor ve hangi kısmını bize yön vermesi için kullanıyoruz. Bence tamamını kullanıyoruz. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabilirim. Bilirsiniz ilk araba kullanmaya başladığımızda en küçük hareketlerimizi bile düşünerek uygularız. Önce arabayı çalıştırırız, debriyaja basar ve vitesi 1. vitese getiririz. Sonra yavaşca ayağımızı debriyajdan çekeriz ve aynı anda da yavşça gaza basıyor oluruz. Direksiyonu çevirirken her tür hareketimizi kontrol eder ve aracı kullanmaya başlarız. Tüm bu hareketler oldukça ağır ve düşünülerek yapılmaktadır. Üstelik etrafımıza ve oluşabilecek tehlikelere o kadar dikkatli bakarız ki, böyle bir sürüş sonrasında kendimizi oldukça yorgun hissederiz. Çünkü beynimizde o güne kadar hiç çalışmamış olan nöronları kullanırız ve bu kullanım sanki hiç kullanmadığımız kasların kullanımı gibidir. Ancak bir süre sonra acemilikten bilinçli ustalık seviyesine çıkarız ki, artık çok daha az dikkat etmemiz gerekmektedir. Bu aşamaya bilinçli ustalık adı verilir. Bir kaç yıl sonra -veya daha kısa- artık arabamızı hiç dikkat etmeden kullanmaya başlama ustalığına kavuşuruz ve bazen eve döndüğümüzde neleri görmüş olduğumuzu bile farketmeyiz. Bu en son seviye bilinçsiz ustalık dediğimiz andır. Artık öğrenme beyni (pre-frontal korteks) çalışmamakta, mekanik beynimiz düşünmeden kaslarımıza talimat göndermektedir. İşte bahsettiğim beynimiz tarafından alınan milyonlarca veri bilinçsiz bir şekilde toplandıktan sonra bizim farkında bile olmadığımız şekilde depolanır ve ihtiyaç duyduğumuz anda bize bir mantık analizi yaptıktan sonra bir fikir söyler. Örneğin bazen bir adres ararken sezgilerinizin size sağa ya da sola dönmeniz gerektiğini söyledi mi hiç... Umarım sadece bana olmuyordur.
Ben sezgimizi -bazıları kalpten ya da miğdeden konuşmak olarak adlandırsada- aslında işlenmiş tüm verilerin bizim haberimizin olmadığı bir süreçte analiz edilip bize bir sonuç olarak verildiği bir sistem olarak görüyorum. Hepiniz belki de sınavlara girdiğiniz zaman, ilk düşündüğün cevap doğrudur sözünü eminim hatırlıyoruzdur. İşte bu yüzden ben sezgimizi, bilinçsiz mantık olarak tanımlıyorum. Bu arada bu kadar verinin analiz edilmesine rağmen, sezgilerimizin yanılabileceğini de hepimiz biliriz. Bu nokta da asıl unsur, sezgilerimizin de hayatmız boyunca sadece gördüğü şeylerden etkilendiği ve bu verilerin bir fikir oluşturduğunu anlamaktır. Örneğin, on yıl önce kaçımız Amerika başkanının bir zenci olabileceğini ve/veya Bursaspor'un Türkiye Ligi Şampiyonu olabileceğini sezebilirdik. Sanırım bu verileri bu sonuçları verecek şekilde işlemek sezgilerimize bile ağır gelirdi.
Bu kabuller yani bizim yaşadıklarımızın öğretilerimizi oluşturduğu çok açık. Düşünüyorum, çocuklarımıza büyüyene kadar aslanım, kaplanım ya da şahinim gibi pozitif ve güçlü hayvanların adlarını kullanarak sevdiğimiz olmuştur ve kimseye aslan dediğiniz de üzüldüğünü ya da kızdığını gördünüz mü? Üstelik bu saydıklarımın hepsi hayvan türleridir. Peki hiç kimseye öküz dediniz mi? Eminin önemli bir tepki alırdınız. Ya bize çocukluğumuzdan beri öküz kadar güçlü veya öküz kadar sevimli denmiş olsaydı, bugün ne hissediyor olurduk.
Şimdi tekrar hayallerimize dönersek ilk sormamız gereken soru biz hayallerimizi nasıl oluşturduk olmalı. Hayallerimiz kimin hayalleri, bize neler öğretildi. Neden insanların farklı hayalleri var. Neyi amaçlıyoruz. Doktor olduk, mühendis olduk, veya astronot olduk ama bunlar kimin hayalleriydi. Örneğin etrafı temizlemeyi çok seven biri neden çöpçü olmadı veya gerçekten insanları tedavi etmeyi en fazla sevenler ve en iyi yapanlar mı doktor oldular. Aslında bunu anlamak çok da zor değil. Kendi sevdiği, hayal ettiği ve güçlü olduğu işi yapan herkes zaten çok başarılı olmaktadır. Yakın zamanda köpekleri çok sevdiğim için bir hayvan barınağına gitme şansım oldu ve belirtilen hayvan barınağında hem gönüllülerin hem de belediye çalışanlarının bulunduğu bir bölümde çalışmaları gözlemleme şansım oldu. Belediye çalışanlarının hayvanlarla ilgili görevlerinde ücret alıyor olmalarına rağmen, hayvanlara pek de nazik davranmadıklarına şahit olurken, gönüllülerin hiç bir ücret almamalarına rağmen tüm kibarlıklarıyla hayvanlarla ilgilendiklerini ve köpeklerin onlarla zaman geçirirken oldukça mutlu olduklarını gördüm. Bunun sebebi neydi. Neden gönüllüler köpekleri severken, belediye işçilerinin bazıları bu sevgiyi gösteremiyorlardı?
Ne dersiniz?
http://www.solaunitas.com/
http://www.e-koc.org
koçluk eğitimleri


Koçluk Eğitimi

Bir çok şeyi hayal ettim aslında

Bir çok şeyi hayal ettim aslında, (20.01.2011)
Bir çok şeyi hayal ettim aslında, çok küçükken başladı hayal etme alışkanlığı. Küçükken hep yaşadığım sıkıntılarda, bu sıkıntıları büyüyünce çözüeceğimi düşünürdüm. Mahalledeki büyük çocuklardan büyüyünce korkmayacaktım ve onları artık dövebilecekim. Büyüdüm ama... değişmedi.
Hala beni korkutan büyük çocuklar vardı, dövemeyeceğim. Tek değişen şey, onlardan korkmanın yanında acıma duygusunun da gelişmesi oldu.  Büyümek istedim hep, kariyerimin büyümesini, vücudumun büyümesini, mal varlığımın büyümesini... Şanslıydım hep büyüdüler, büyüdükçe de hep mutlu olduğumu sandığım bir kısr döngü içerisine girdim. Çözdüğüm her küçüklük düğümü, yeni büyükleri görmemi sağladı. Ve yeni hırslar edinmemi.
Aslında sonu yoktu büyükleri görmenin. Ya da beni küçültenin büyükler olduğunu düşünmenin...
Çok geçmedi çevremi değil, fiziksel özelliklerimi değil gerçekte içimi, düşündüklerimi, öğretilerimi değiştirmem gerektiğini anlamam.
Yaşadığım her gün biraz daha bana öğretilenlerin yanlış olduğunu ve aslında büyümemin gerekmediğini anlamama yardımcı oldu.
Şimdi önemsediğim şeyler hep gerçekten istediğim şeyler, çünkü kendimi daha fazla tanıyorum ve bu tanıma yolculuğu hiç bitmeyecek. Başkaları için değil kendim için yaşıyorum.
Bizim kendi içimizden olan gurumuz Yunus Emre'nin mısralarını şimdi daha iyi anlıyorum. Yıllarca okuduğumu zannetmişim.

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir
Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere gelmektir
Dört kitabın mânâsı
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır
Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Mânâsı ne demektir
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
http://www.solaunitas.com/

Yaşamak

Neden yaşarız  ya da dünyaya geliş amacımız nedir. Para kazanmak, rekabet etmek ve/veya evimizin giderlerini karşılamaya çalışmak için mi dünyaya gönderildik. Ben yaşam amacımızın bunun çok ötesinde olduğunu düşünüyorum ve yolculuğuma önce kendimi tanıyarak başlamak amacıyla çıktığım bu süreçte benim yaşadığım tecrübelerimden sizinde belki bir nebze olsun faydalanabileceğinize ve belki de iç huzuna ulaşmanızda bir parça da olsa vesile olabileceğime inanıyorum.
İnsanlar ne zaman iç huzuruna kavuşurlar sorusunun herkes için standart bir cevabı malesef yoktur. Hepimiz farklı koşullarda yetiştirildik ve farklı çevrelerde, farklı insanlarla iletişim içerisinde olduk. Farklı kaygılarımız, mutluluklarımız, endişelerimiz ve korkularımız oldu. Ancak bugün hissettiklerimizin tamamı geçmiş öğretilerden kaynaklanıyor. Beynimizde kurduğumuz tüm bağlantılar, tüm işlemler bizim ve çevremizin oluşturmuş olduğu işletim sisteminin ürünleridir.
Güzellik anlayışlarımız bile öğretilmiştir. Bilirsiniz 1970'lerin Türkiyesinde kadın ya da erkekteki güzellik anlayışları farklıdır. Ya da bazı toplumlarda güzellik beden olarak zayıf olmayı gerektirirken Güney Afrika'da Zulu kabilesinde evlenmeden önce güzelleşmek için kadınlar kilo alabilmektedirler. Bu ve benzeri örnekler bize doğadan geldiğini düşündüğümüz tercih ve isteklerimizin bile öğretildiğini göstermektedir. Bundan çok değil 50 yıl önce, televizyonun hayatımızda olmadığı ve iletişim kanallarının zayıf olduğu dönemlerde bu yüzden toplumsal farklılıklar bugüne göre çok daha fazlaydı. Bu dönemlerde en önemli iletişim unsurlarından biri dünyada yer alan dinlerimizdi. Aynı dinlere mensup insanlar yaşam kurallarına da sonuna kadar müdahele etmeyi ve müdahale edilmesini tercih ettiklerinden yaşamlar hep tek düze ve aynı nokta etrafında kalıverdi. Yaratıcılık ya da dünyanın birden yuvarlak olduğunu ifade edilmesi hep öğretilmişliğin değiştirilmesinin çoğu zaman zor ve hatta bazen imkansız olmasından kaynaklandı. Eğer Galileo dünyanın yuvarlak olduğunu inkar etmeseydi acaba başına neler gelebilirdi.
Değerlendirme itibariyle 21.Yüzyıl'da dünyanın yuvarlak değil düz olduğu da iddia edildi Thomas Friedman tarafından. Onun tabiki fiziksel değildi kasttetiği ve sadece bir yaşamsal dönüşümü ifade ediyordu. hepimiz Coca Cola'yı, Burger King'i, Prada'yı, DKNY'i, Conan O'Brien'ı ve hatta Oprah Winfrey'i sever olduk. Aramızdaki farklar sadece lokal kültürlerden kalan bir kaç parça oluverdi. Sizce de 40'lı yaşların üstündeki bir çok türk Neşet Ertaş'ı tanır ve severken 20'lerindeki insanların Justin Timberlake ya da Britney Spears'ı daha fazla tanıması garip değilmi. Halbuki Justin ve Britney sadece 4-4'lük batı müziği yaparken, bizim müziğimiz de ki zenginliğin 6/8, 9/8 gibi çok daha komplike ve zor olduğunu acaba kaçımız biliyoruz ve takdir ediyoruz. Tek yaptığımız dünyanın da beğeni akımlarının arkasına takılmak ve kendi beğeni ve tercihlerimizi onlara aynı düzleme getirmek.
Tüm değerlendirmeler aslında bizim çok akıllı bir bilgisayar olduğumuzu ve kendimizi zamanla programladığımızı gösteriyor. Düşünün neden parayı severiz. Sanırsam rahat yaşamak için. Peki sizce oldukça zengin olan, hatta dünya da en zenginler listesinde yer alacak derece de zenginsek sizce daha fazla zengin olmak ve daha fazla paraya ulaşmak istermiyiz. Örneklerine bakarsak herhalde isterdik diye düşünmek lazım. Tüm çabalarımız ve uğraşlarımız hep biraz daha yükselelim ve daha faza para kazanalım diye değil mi?
Çok yakın zamanda Milliyet Gazetesi yazarı Metin Munir'in kendi içerisinde anlamlı ama katılmadığım bir yazısını okudum. Yazı tabiki de eğitilmemiş ve aydınlanmamış ruhlarımızdan bahsediyordu.
"İstisnalar dışında, mesai sevdiğiniz şeyleri finanse edebilmek için sevmediğiniz şeyleri yapmaktır. On altı saat özgür olabilmek için sekiz saat zindanda yatmaktır.
Sadece sevilerek yapılan iş mesai değildir. Sevilerek yapılan iş eğlencedir, oyundur. Vermek değil almaktır. Mahkûmiyet değil özgürlüktür. Daraltmaz, genişletir. Kapatmaz, açar.
Ama işini seven, işsiz bir hayat düşünmeyen kaç kişi var?
Araştırmalar mutluluğun mesai dışı bir olgu olduğunu gösterdiğine göre, herhalde çok az kişi.
"İnsanlar çalışmak zorunda oldukları için mutsuzdurlar" demek istiyor da diyemiyor mu araştırmalar?
İşsiz hayatın düşünülemeyeceği bir çağda yaşıyoruz. Ama bu, iş denilen şeyin insanların yanlış yolda olduğunun en büyük kanıtlarından biri olduğu gerçeğini değiştirmez.
İnsandan başka hiçbir yaratık çalışmıyor. Onun için bütün hayvanlar insanlardan mutludur veya insanlar bıraksa, olacaklar. Ama gene de bizden mutludurlar. İnanmazsanız serçeleri, sığırcıkları, kargaları, kırlangıçları izleyin.
İnsan "Ben bütün yaratıklardan akıllıyım" diyor. Acaba doğru mu?"
Metin Münir'in ifadeleri insanın yüzünün gülümsemesini sağlasa da, iki yanlış teori üzerine kurulmuştur. Bunlardan birincisi; hayvanların yiyecek bulmak için çalışmalarının gerekmediği, diğeri ise çalıştığımı,z yaptığımız işleri sevmediğimiz. Günümüz dünyası ikincisini doğrulamak için tabiki herşeyi önümüze sunmaktadır.
Futbolu çok seven birinin, acaba kendi futbol antremanlarında nasıl hissettiğini düşünürsünüz, çok keyif aldığını mı, yoksa istemeyerek egsersiz yaptığını mı?
Tabiki işin içerisine insan faktörü girdiğinde sonuçlar birbirinden çok farklı olabiliyor.  Bence temel nedenlerden birisi bize işimizi sevmememiz gerektiğinin söylenmiş olması, ne de olsa sevecek olsak bize para ödemezlerdi değilmi?
İşte bence bunların hepsi kurtulmamız gereken öğretiler. Mutlu olmak için kurulmuş bu bağlantıları kırmamız gerekiyor ve bunun için de kendimizi tanımamız ilk yapmamız gereken şey;
Sormamız gereken bazı soruları sizlere veriyorum, cevaplarını analiz etmeniz bence önemli yol katetmenizi sağlayacaktır. Sizden istediğim başkalarının öğretilerinden kurtulmanız ve gerçekten ne istediğinizi farketmeniz. İşte size bir örnek;
-    Sınıfta en başarılı öğrenci ben olmak istiyorum.
-    Peki neden?
-    Çünkü başarırsam herkes beni alkışlayacak ve takdir edecek.
-    Peki diğerlerinin takdiri sana ne kazandıracak?
-    Kendimi iyi hissedeceğim,
-    Kendini kötü mü hissediyorsun?
-    Hayır ama daha iyi hissedebilirim.
-    Sence insanların seni sevmesinin yolu takdir edilmekten ve başarılı olmaktan mı geçiyor.
-    Sanırım evet
-    Başka örnekler gördün mü?
-    Tabiki, annem ve babamdan başlayarak, insanlar beni her başarılı olduğumda tebriklerimi iletmişlerdir. Başarısızlıklarımda ise üzülmüş ve geçmiş olsun demişlerdir.
Yukarıdaki örneğe çok değişik konuşmalar da eklenebilir. Ancak yaşadığımız olaylara ait değerlendirmelerin çoğu çocukluğumuza ait ve bukünkü yaşamımızı da sonuna kadar etkiliyor. Artık nelerin bizim tercihlerimiz, nelerin anne ve babalarımızın tercihleri olduğunu anlamamız o kadar zor ki. Lütfen kendinizi tanımak için analiz edin. Aşağıdaki sorular işe yarayacaktır.
1.    Hayatımda neleri istiyorum?
2.    İstediğim şeyleri gerçekten istiyormuyum?
3.    Hayatımda neleri istemiyorum?
4.    İstemediğimi düşündüğüm şeyler gerçekten istemediğim şeyler mi?
5.    Hayatımı düzeltebilmek için gereken cesarete sahipmiyim?
http://www.solaunitas.com/